Makaleler

Savaş hükümeti!

Türkiye’nin “demokrasi bayramı” 7 Haziran Genel Seçimleri ardından seçilen milletvekilleri yemin ederek görevlerine başladılar. Şu an gündemde  “milletin iradesinin tecelli” ettiği yer yalanının mekanı olan meclisin başkanını seçmek var! Bu seçimin, olası koalisyon hesaplarının bir parçası olarak görmek gerekir.

Bu arada burjuva partilerin koalisyon görüşmeleri de tüm hızıyla sürüyor. Kamuoyuna yönelik açıklamalara prim vermemek gerekir. Asıl pazarlıklar kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmektedir çünkü. Kamuoyuna yapılan tüm açıklamaların ardında, kulislerde yürütülen koalisyon pazarlıklarının işareti vardır. Görünen AKP-MHP ya da AKP-CHP koalisyonunun kurulması amaçlı çalışmaların yapıldığıdır. Tabi bu arada hırsız ve katilliği tescilli Cumhurbaşkanı R. T.Erdoğan “tekrar seçim” şantajıyla elini güçlü tutmak istemektedir. Ancak özellikle patronlar cenahından yapılan açıklamalar, olası bir erken seçim talebine sıcak bakmadıkları yönlüdür.

Burada R. T.Erdoğan açısından önemli ve belirleyici olan, başta kendi kişisel konumu olmak üzere, hempalarının işlediği suçlardan yargılanmama garantisi alması ve pek tabi ki bugüne kadar elde ettiği mevzileri korumadır. Bu noktalarda amaçlarına ulaştığı oranda, R.T. Erdoğan açısından hangi partilerle koalisyon kurulacağının önemi yoktur. Pek tabi kendisi “eski dediğim dedik, astığım astık” günlerini özlemle yad edecek ve hatta “devlet adamı” sorumluluğu gereği bunları hatırlatacaktır.

Ancak seçimlerde aldığı yenilgi, onun temkinli hareket etmesini de doğurmaktadır. R.T. Erdoğan için şu an belirleyici olan kendisi, ailesi, kendisine biat etmiş hizmetlileri ve pek tabi ki temsilcisi olduğu hakim sınıfın, sınıfsal çıkarlarıdır. Bu çıkarları gerçekleştirebildiği her koalisyon onun açısından kabul edilebilirdir. Ancak kabul etmek gerekir ki R.T. Erdoğan ve temsilcisi olduğu hakim sınıf kliği, 7 Haziran seçimi öncesindeki gücünü kaybetmiştir. CHP ve MHP’de temsil edilen hakim sınıf kliğinin sevinci boşuna değildir. Onlar da iktidara ortak olmak, devlet olanaklarını ve imkanlarını kendi klik çıkarları doğrultusunda kullanmak için can atmaktadır. “Milleti hükümetsiz, devleti iktidarsız bırakmamak” büyük yalanıyla süreç kotarılmaya, yeni hükümet kurulmaya çalışılmaktadır.

Bu arada “sol” cenahta özellikle bir AKP-MHP koalisyonuna yönelik, bunun faşist bir koalisyon olacağı, “savaş hükümeti” kurulacağı yönlü açıklamalar yapılmakta, halk kitleleri uyarılmaktadır. Bu türden değerlendirmelerin ülke gerçekliğiyle, somut koşullarla ilgisi olmadığı açıktır. Beslendiği yer Marksist devlet kavramının çarpık kavranışıdır. Bu türden açıklamaların bir yanında da kitleleri AKP-CHP koalisyonuna hazırlama çabası olduğu görülmelidir. Bu anlamda kurulacak olası bir AKP-CHP koalisyonunun da (eğer bir savaştan bahsedilecekse!) AKP-MHP koalisyonundan farklı olmayacağı bilinmelidir.

Kimi nüanslar olsa da AKP, CHP ve MHP birbirlerinden farklı partiler değildir. Hepsi halkı sömürmenin, yolsuzluk, hırsızlık ve pek tabi ki halk düşmanlığı üzerinden örgütlenmiş faşist partilerdir. Dolayısıyla eğer bir “savaş hükümeti” kurulmasından bahsedilecekse, bu partilerin kendi aralarında kuracakları her hükümet bu amaca hizmet edecektir.

Burada belirleyici olan, bu partilerin Türk hakim sınıfların çıkarlarını savunan halk düşmanı faşist örgütlenmeler olduğudur. Bu partiler somutumuzda Kürt sorunu başta olmak üzere, bir dizi meselede halka yönelik halihazırda sürdürdükleri faaliyetlerin daha üst perdeden olmamasının tek nedeni, gerek Kürt ulusunun mücadelesi ve gerekse de çeşitli milliyet ve inançlardan işçi sınıfı ve halkın ilerici, demokratik mücadelesidir. Yoksa hakim sınıf partileri arasında kurulacak her koalisyon gerçekte, işçi sınıfına ve halka karşı bir savaş hükümeti olacaktır. Bu koalisyon hükümetlerinin her icraatı, temsilcisi oldukları hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda halkı soyma, sömürme ve katletme amaçlı olacaktır. Saldırıların biçiminin farklı olması arka planda yatan özü değiştirmez!

 

“Kullanışlı Aptallar” yine sahnede!

Bu noktada asıl önemli olan halk saflarında olan ya da kendisinin halkçı olduğunu iddia edenlerin tutum ve açıklamalarıdır. Hakim sınıfların çıkarlarına hizmet eden, zaten bu amaçla kurulmuş partiler rollerini başarıyla oynuyor. Ancak kendisine ilerici, aydın diyenlerin, halkın çıkarlarını savunduklarını söyleyenlerin gerçekte halk saflarında birer “Truva Atı” rolü oynadıklarını ifade etmek gerekir. Örneğin kendisini “solcu”, “liberal”, “aydın” olarak tanımlayan bir grup akademisyen, politikacı, ortak bir basın açıklamasıyla TBMM’yi “devletin hukuk içinde işleyişini sağlayarak demokrasiyi güçlendirmek ve ülkeyi normalleştirmek için uzlaşmaya” çağıran bir metin yayımladılar. (25 Haziran) Düzenin bekası için başta AKP-CHP koalisyonu olmak üzere çeşitli hükümet koalisyonları salık verdiler. Şimdilerde bu aydınlar devletin restorasyonu için kolları sıvamış durumdadır.

Soldan kimi “liberal” kalemlerden “düzenin zorunlulukları”nı duymamız şaşırtıcı olmasa bile tehlikelidir. Bu türden “aydın”lar yaptıkları açıklamalarla gerçekte halka yönelik daha makul sömürü, hırsızlık ve katliam talep etmektedirler.

Ancak daha önemli olan, halk saflarında yer alan benzer “zorunlulukları” dile getirebilmesidir. Örneğin “Koalisyon seçeneklerine ilişkin bir soruya HDP Eş Genel Başkanı F. Yüksekdağ, “Biz, Türkiye’de bundan sonraki dönemde HDP’nin bir ana muhalefet partisi olarak çalışmak, üretmek istediğini ifade ettik. Ancak bizim karşımıza bir takım zorunluluklar, sorumluluklar; herhangi bir koalisyon seçeneğine, tartışmasına da kapalı olmadığımızı ifade ettik… bu süreç elbette ki önümüze gelirse üstlenmemiz gereken sorumluluğu da üstleniriz” karşılığını verebilmektedir. (22 Haziran 2015)

Oysa HDP’nin tek “zorunluluğu” halka verdiği sözleri tutmasıdır. Türk hakim sınıflarının çıkarlarına hizmet eden partilerin zorunluluklarıyla, halka hizmet iddiasında olan partilerin zorunlulukları açıktır ki cepheden karşı karşıyadır.  HDP’nin seçim başarısından sonra özellikle devrimci saflarda reformizmin etkisinin artacağı, düzeniçileşme eğiliminin güçleneceği, bu durumun halkın çıkarlarını savunanlar açısından meselelere yaklaşımlarda daha dikkatli davranılmasını getirdiği açıktır. Bugünün devrimciler açısından zorunluluğu, bir yandan ülkemiz koşullarında demokratik taleplere kayıtsız kalmamak, sistem içinde de olsa bu mücadeleleri destekleyip reformist talepleri devrim mücadelesine tabi kılmakken, diğer yandan ise demokratik devrim mücadelesini yükseltmektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu