GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Açlığa, Yoksulluğa, Ulusal Baskıya ve Haksız Savaşlara Karşı 8 Mart’ın Militanlığıyla Newroz Alanlarına!

imdi açlığa, yoksulluğa, emperyalist savaş ve işgallere, gericiliğin ilhak ve saldırı politikalarına karşı durma, alanları ve meydanları doldurma zamanıdır, zalim Dehak’a karşı Kawa’laşma zamanıdır!

ABD, AB emperyalistleriyle, Rusya ve Çin emperyalistleri arasında yaşanan çıkar çatışması ve artan çelişkiler, Rusya emperyalizminin Ukrayna’ya saldırısı ve işgaliyle yeni bir aşamaya evrildi. Ekonomiden politikaya kadar bir dizi alanda yeni gelişmelere yol açtı. Koronovirüs salgını nedeniyle zaten kriz içinde olan kapitalist emperyalist ekonomi özellikle akaryakıt fiyatlarındaki artış nedeniyle daha derinleşmiş durumdadır. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, dönüp dolaşıp Batılı emperyalist kapitalist ekonomileri etkilemektedir.

Kuşkusuz Rusya emperyalizminin işgal saldırısı kınanmalıdır. Bunun karşısında ABD ve AB emperyalistlerinin NATO güçlerinin yayılmacı ve kışkırtıcı pratikleri de ortadadır. Dahası Rusya’nın işgal saldırısı karşısında AB emperyalistlerinin mülteci sorunundan Rus halkına yönelik ırkçı ve faşist saldırganlığına kadar bir dizi gelişmeyi de not etmek gerekir. AB emperyalistleri örneğin Ukrayna’dan gelen mültecileri “onlar koyu renkli değil” diyerek seve seve kabul edebileceklerini açıkladılar. Mülteciler karşısında bu ikiyüzlü ve ırkçı tutum kendisini Rus halkına yönelik artan ırkçı ve faşist saldırganlıkta, ırkçı ve şoven propaganda da kendini gösterdi. Örneğin Almanya’da bir hastane Rusları tedavi etmeyeceğini açıkladı. Bazı mağazalar ve dükkanlar Ruslara satış yapmayacaklarını açıkladılar vb. Rusya emperyalizminin saldırgan tavrıyla, Rus halkını bilerek aynılaştıran bu tutum, liberal Avrupa “demokrasi”sinin gerçekte ırkçı, şovenist yüzüne dair bir turnusol işlevi gördü. Burjuvazinin insanlık ve medeniyet değerlerinin gerçekte kendi sınıfsal çıkarlarından başka bir şey olmadığını gösterdi. AB emperyalistleri kendi çıkarları için Rusya emperyalistleriyle Ukrayna üzerinden savaşırken, Rus halkının savaş karşıtı tutumu ortadır.

Benzer biçimde ABD, AB’nin NATO aracılığıyla Ukrayna’da var olan ve özellikle Rus asıllı Ukrayna vatandaşlarına yönelik katliam saldırıları gerçekleştirilen neo-Nazi unsurlarına verdikleri destek bilinmektedir. Rusya’nın işgal savaşı başladıktan sonra NATO eğitmenlerinin Ukrayna ordusunun bir gücü haline dönüştürülen bu neo-Nazi unsurlara askeri eğitim verdikleri bilinmektedir. ABD ve AB emperyalistlerinin, bu unsurlar başta olmak üzere Ukrayna ordusuna yönelik başta silah desteği olmak mali yardımlar yaptıkları bilinmektedir.

Görünen ABD ve AB emperyalistlerinin Rusya emperyalistlerini Ukrayna’da uzunca bir süre meşgul etmeyi amaçladıklarıdır. Diğer bir ifadeyle Ukrayna’yı Rusya için “Afganistan’a çevirmek” istedikleridir. Bunu başarıp başaramayacaklarını zaman gösterecektir. Tersinden Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin uzaması, çelişkilerin daha da artmasına neden olacak, başta emperyalist kapitalist sistemin ekonomik krizi olmak üzere bir dizi konuda dünya halklarını daha zor günler geçireceği zamanlara kapı aralayacaktır. Nitekim Dünya Bankası, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle artan gıda ve enerji fiyatlarının gıdaya erişim sorunu yaşayan ülkeleri daha da zora sokacağı ve sosyal huzursuzluğa neden olabileceği uyarısında bulundu. (11 Mart)

Rusya’nın Ukrayna saldırısı aynı zamanda ABD ve AB emperyalistleri arasında varolan çelişkileri de gidermiş görünüyor. AB emperyalistlerinin NATO’nun gerekliliğini sorguladığı, bir AB ordusunun kurulmasının tartışıldığı koşullarda Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve işgali bu emperyalist kampta NATO’nun önemimi arttırmış görünüyor. Dahası emperyalistler bu saldırıyı fırsata çevirmekte gecikmediler. Örneğin Almanya hemen silahlanma bütçesini artırdı. Genel olarak silah şirketlerinin üretimi ve hisseleri arttı vb.

Kısaca emperyalist kapitalistler, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısını kendi sınıfsal çıkarları açısından kazanıma dönüştürmek ve genel olarak halk karşıtı politikalarını uygulamaya koymak içi bir fırsat olarak gördüler ve kullandılar. Kullanmaya da devam edeceklerdir.

İki cami arasında beynamaz TC ve halk düşmanlığı

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal saldırısından en fazla etkilenen devletlerden biri TC oldu. Bir NATO üyesi olan TC devleti, ABD, AB ve NATO ile Rusya emperyalizminin arasında kaldı. Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan bir yandan batıya ve NATO’ya yönelik göstermelik tavır almama çağrısı yaparken diğer yandan ise Rusya’ya yönelik yaptırım kararlarını uygulamamaktadır. Türkiye’nin hava sahasını Rusya’ya kapatmamaktadır. Birleşmiş Milletler’de Rusya’ya yaptırım kararına karşı çekimser kalmaktadır. Öbür taraftan Ukrayna’ya insansız hava araçlarını satmaya devam etmektedir. Örnekler çoğaltılabilir.

Bu çelişkili durum elbette TC faşizminin iki emperyalist kamp arasındaki çelişkilerden yararlanma siyasetinden bağımsız değildir. Ancak bu politika da yolun sonuna gelinmiştir. TC, bu tutumunu daha fazla sürdürmekte zorlanacaktır. Özellikle hem ticari ilişkilerin boyutu düşünüldüğünde yaşanan savaşın en çok da Türkiye ekonomisini vuracağı bir gerçektir. Başta doğalgaz olmak üzere enerjide Rusya’ya olan bağımlılık, buğday başta olmak üzere tahıl ürünlerinde Ukrayna’ya olan bağımlılık, doğrudan bu ürünlerin fiyatlarını etkileyecektir. Nitekim etkilemiştir de. Akaryakıt başta olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinde yaşanan yüksek zamlar bunu göstermektedir. Benzer biçimde ayçicek yağının alımında ortaya çıkan kuyruklar ve kuyruklarda yaşanan görüntüler bu sürecin doğrudan ürünüdür.

Bunu ifade ederken şu gerçeğin altını çizmek gerekir; Her ne kadar dünya çapında başta enerji olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinde yaşanan zamlar, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin etkisiyle gerçekleşmiş olsa da, ülkemizde bu zamlar dünya çapında yaşanan fiyat artışlarından daha fazladır. Bunun nedeni elbette işgal savaşı öncesinde Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumdur. Devletin resmi kurumlarının bile enflasyonu yüzde 50’lilerde gösterdiği koşullarda, Türk Lirasının döviz karşısında değer yitiminin tarihi rekorlar kırdığı durumda, iğneden ipliğe her şeye zam gelmiş durumdadır. Halkın alım gücü son derece düşmüş, ekonomik kriz, açlık ve yoksulluk tehlikesini büyütmüş durumdadır.

Buna rağmen başta AKP ve MHP yetkileri olmak üzere faşizmin sözcüleri, neden oldukları bu krizi çözmek yerine, halka aba altından sopa göstermeye devam etmektedirler. Daha dün “gözlerimdeki ışığı görebiliyor musunuz?” diyen yeni atanmış Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati: “Sanki kuyruk varmış gibi, sonradan üretilmiş fotoğraflarla ihanete varan söylemlerde bulunanlarla ilgili bir iletişimimiz olacak. 20 Aralık öncesi döviz kurlarından ciddi zarar gören bireyseller şunu bilin, şu anda sizi yönlendirmeye gayret edenler ülkenin çıkarına değil ülkeye düşmanlık yapmaktalar. Savaşın bütün dünyayı etkilediği, petrol fiyatlarının arttığı dönemde ülkede yoksulluk varmış gibi operasyon çekenlere karşı bakanlık olarak net bir şekilde operasyon çekeceğimizi herkes bilsin. Net olarak söylüyorum: Hiç kimsenin Türkiye’nin üzerinde oyun oynamasına izin vermeyiz” diyerek açıktan halkı tehdit etmekte, “operasyon çekecekleri” açıklamaktadır. (7 Mart)

DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR)’ın “2. Yılında Salgının İşçilere Etkisi” başlığıyla yayınladığı araştırma raporunda işçilerin yüzde 58’inin pandemi döneminde ev masraflarının arttığı, yüzde 26.2’sinin ise bu görüşe kısmen katıldığı ifade edilmektedir. (11 Mart)

Raporda; “Pandemide yaşam ve geçinme zorlaştı, borçlanma arttı. İşçilerin yüzde 55’i pandemi döneminde borçlarının arttığını, yüzde 27’si faturalarını ödemekte zorlandığını, yüzde 25’i kredi kartı borcunu ödeyemediğini söyledi”ği belirtilmektedir. İşçi sınıfının yaşayabilmek ve geçinebilmek için harcamalarını azaltmış durumdadır. “İşçilerin yüzde 66.4’ü harcamalarını azalttığını, yüzde 49,6’sı ise daha ucuz besinlere yöneldiğini belirtmiştir. Araştırmaya katılan işçilerin yüzde 32.4’ü kredi kartlarını daha fazla kullandıklarını ifade etmişlerdir. İşçilerin pandemide aldıkları yardımın ana kaynağı aileleri oldu. İşçilerin yüzde 39’u ailesinden yardım aldığını beyan etmiştir. Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin ödeneği alanların toplam oranı yüzde 32.5 olmuştur” denilmektedir.

Araştırma ayrıca Covid-19’un bir “işçi sınıfı hastalığı olduğu” gerçeğini teyit etmiş durumdadır. Araştırmada “işçilerin yüzde 46’sının kendisi veya çalışma arkadaşı Kovid-19’a yakalandığı, işçilerin yüzde 30’u işyerinde Kovid-19 vakası görülmesine rağmen işlerin durdurulmadığını, üretimin devam ettiğini belirtmiştir.” (11 Mart) İşçilerin Covid-19’a yakalanma oranının yüksek olması nedeni elbette salgının en yoğun döneminde bile üretimi sürdürme politikasıdır. Burjuvazi için önemli olan işçinin canı değil, artı değeridir. Nitekim İSİG Meclisi, 11 Mart’ın ikinci yıldönümü vesilesiyle yaptığı yazılı açıklamada “Salgının ikinci yılında çoğu sağlık çalışanı en az 1400 işçi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti“ği tespitine yer vermektedir.

Türk hakim sınıfları ve onların sözcülerinin Covid-19 salgını karşısında pratiği ortadadır. Tam bir halk düşmanlığı söz konusudur. Salgını kendileri açısından bir fırsat olarak kullanmak istemişlerdir. Bu durum can kayıplarını daha da artırmıştır. Türk hakim sınıflarının sözcüsü R.T.Erdoğan’ın Covid-19’a karşı canla başla mücadele eden doktorlara yönelik ifadeleri bir kez daha bu gerçeği teyit etmiştir. R.T.Erdoğan doktorlara yönelik; “Özel sektör çok daha büyük paralar verdiği için oralara kaçıp gidiyorlarmış. Bakın açık konuşuyorum. Varsın gidiyorlar, gitsinler” demektedir. (8 Mart) R.T.Erdoğan’ın bu ifadeleri salgının başından itibaren yönetilemediğini dahası salgınla mücadelede ağır kayıplar veren sağlık çalışanlarının hayatının önemsenmediğinin açık göstergesidir.

İşçi direnişleri ve 8 Mart’ın kitleselliğiyle Newroz piroz be!

Türk hakim sınıfları ve onların devleti, iç siyasette yaşattığı ekonomik kriz ve halkın artan öfke ve tepkisi karşısında dış politikasında değişikliklere gidiyor. Arap Emirliğinden sonra İsrail’le yakınlaşıyor. İç siyasette özellikle Millet İttifakı’nın oluşturan muhalif burjuva hakim sınıf temsilcileri, rejimin bir kazaya uğramaması için yoğun çaba sarf ediyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Amed ziyareti ve “helalleşme” çağrıları, rejimin yeniden restorasyonuna işaret ediyor. İktidarıyla muhalefetiyle hakim sınıflar, devletlerinin “beka sorunu” için çalışıyorlar. “Aman sokağa çıkmayın, ilk sandıkta gidecekler” propagandasına ağırlık veriyorlar.

AKP-MHP kliği kitlelerde düzene karşı artan öfke ve tepkiyi bilindik baskı aygıtlarıyla önlemek istiyor. İşçi direnişlerine ve son 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü eylemlerine yönelik polis saldırısı ve gözaltılar bununla ilgilidir. Burjuva muhalefet ise kitlelerin bu eylemlerinden öcü gibi korkuyor ve çare olarak seçim sandığına işaret ediyor.

Emek Çalışma Topluluğu’nun yayınladığı rapora göre Ocak-Şubat 2022’de, 108 grev ve en az 17.000 eylemci işçi tespit edilmiş durumdadır. Bu süre içinde

8 Şubat kamu hastaneleri grevine 5 bin, 13 Şubat aile hekimlerinin grevine 1500 kişinin katıldığını varsayacak olursak geçtiğimiz iki ayda toplam yaklaşık 24 bin kişinin greve çıkmış durumdadır. İşçi sınıfı ve emekçiler kendilerine dayatılan çalışma ve yaşam koşullarına grevlerle yanıt vermektedir.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle onlarca alanda binlerce kadın ve LGBTİ+ polisin bütün engelleme çabasına, gözaltı saldırılarına rağmen sokaklara çıkmışlar, geceleri ve alanları zapt etmişlerdir. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın hareketi militan bir şekilde ilerlemektedir. Kadın hareketinin özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’de sergilediği militan ve direnişçi tutum önemlidir. Elbette bu pratik tavrın ve kazanımın arkasında kadınların 8 Mart’tan günler önce başlayan “Kriz Ve Yoksulluğa Karşı; 8 Mart’ta Emeğimiz İçin Mücadeledeyiz!” kampanyasının etkisi ve önemi vardır. Bu pratik çalışmalardan öğrenme göreviyle karşı karşıyayız.

İşçi sınıfı ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar kendilerine dayatılan çalışma ve yaşam koşullarını kabul etmemekte ve direnmektedirler. Şimdi bu direnişe 21 Mart vesilesiyle Kürt ulusunun ulusal baskıya karşı baş eğdirilemeyen direnişini de ekleme zamanıdır. Şimdi parça parça ayrı nehirler olarak akan bu direniş odaklarını tek bir nehirde, birleşik mücadelede birleştirme zamanıdır. Şimdi açlığa, yoksulluğa, emperyalist savaş ve işgallere, gericiliğin ilhak ve saldırı politikalarına karşı durma, alanları ve meydanları doldurma zamanıdır, zalim Dehak’a karşı Kawa’laşma zamanıdır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu