DerlediklerimizGüncel

Fehim Taştekin | Bu tampon o tampon değil!

Halihazırdaki stratejik ve konjonktürel bağlamlar ışığında, Türkiye Kürt kazanımlarını imha etmeye dönük bir siyasete ne doğu ne de batıdan ortak bulabiliyor. Ancak Türkiye’yi duvara toslamaya götüren bu açmaz bir başka boyuttan Kürtler için de geçerli

Şu tampon işi, var mı dünyada eşi! Taraflar için tarifsiz, belirsiz; takipçiler için yorucu, bıktırıcı. İç siyasetten dış siyasete zıkkım tadında.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den hızlıca çekilme kararı, iki ayda yavaş ve kontrollü çekilmeye, oradan kısmi çekilmeye geriledi. Pentagon şimdi 2 bin 500 askerden 400’ünü geride bırakıp Batılı müttefiklerin katkısıyla ‘güvenli bölge’ oluşturmaktan bahsediyor. Avrupalıların ne kadar asker vereceği belli değil. Konuşulan rakam 800 ile bin 500 arasında.

Bölgeyi rejim güçlerine karşı tampon olarak Türk ordusuna bırakma niyetinden Türkiye’ye karşı Kürtleri koruma misyonuna dönüşen bir ‘güvenli bölge’ tasarımı. Düne kadar tank paletleriyle sınır hatlarının tozunu kaldıran Ankara’yı ayazda bırakan bir netice.

Kürtler ise memnun. Az da olsa koalisyon güçlerinin kalmasını üç noktada sigorta görüyorlar:

– Birincisi bu güç Türkiye’yi olası sınır ötesi hamlelerden caydırabilir.
– İkincisi siyasi çözüm sürecinde Kürtlerin pazarlık gücünü artırır ve Suriye devletine karşı bir baskı aracı olur.
– Üçüncüsü saha hakimiyeti biten ama tekrar toparlanma ihtimali bulunan IŞİD’e karşı mücadele zayıflamaz.

Fakat ‘güvenli bölge’ taslağı o kadar iğreti ki Ankara’nın mutsuzluğu, Kürtlerin mutluluğunu haklı çıkartacak kadar netlik barındırmıyor.

Henüz bu gücün oluşum süreci yeni karar ve sürprizlere açık. Trump’tan Amerikan bürokrasisini yaya bırakacak ferman tweet’leri gelebilir. Türkiye’nin fiili özerk yapıyı tasfiye niyeti karşısında Kongre’de yükselen itirazlar üzerine Trump, Kürtleri koruma sözü verip bölgeyi kollama misyonunu Avrupalı ve Arap müttefiklerine bırakma seçeneğine bakmıştı. Suriye’ye ‘Arap gücü’ boş çıktı. Avrupalılar ise “Amerikalılar yoksa biz de yokuz” minvalinde tutum sergiledi. Bir ara anlaşmasız çekilme ihtimali öne çıktı. Meksika sınırına duvar yüzünden Kongre ile restleşen ve hükümeti kapatmak zorunda kalan Trump iç siyasetteki hengâmenin üzerine bir de Suriye’nin çökmesini göze alamadı. Nihayetinde ‘koordinatör güç’ olarak az sayıda askeri sahada bırakmayı kabul etti. Fakat Trump bu, iki ay sonra başka bir yüzle masayı devirebilir.

***

İşin özünde büyük bir askeri kapasite kullanmaktan ziyade NATO müttefiklerini sahada tutmaya matuf bir karar sözkonusu. ABD zaten Ürdün-Irak-Suriye sınırlarının kesişme noktasında duran Tanaf üssünden çekilmeyi düşünmüyordu. Amerikalılar muhalifleri eğitip donatmak için kullandıkları bu üssü, İran’ın Hizbullah’a silah sevkiyatını önleme hedefiyle ilişkilendirmiş durumda. 400 askerin yarısı burada kalacak.

Ortada henüz köşeleri oturmuş bir plandan söz edilemez ama sunulan çerçevenin iddiası büyük. Pentagon Sözcüsü Sean Robertson plan için ‘güvenli bölge’ tanımını kullandı. “Güvenli bölge Türkiye’nin sınırı boyunca kuzeydoğu Suriye’de olacak” dedi. Robertson’a göre “Bu güç bölgede güvenlik ve istikrarı sağlayacak” ve “IŞİD’in geri gelmesini engelleyecek”.

Peki, bölgede kim olacak? Anadolu Ajansı, bir Pentagon yetkilisinin, “Türk ve SDG güçleri bu bölgeye girmeyecek” dediğini aktardı. Türkiye yok, orası kesin. Fakat Amerikalılar hem Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’i ağırlarken, “Yerel güçleri desteklemeye devam edeceğiz” sözünü tekrar edip hem de YPG veya Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) bölgeden uzak tutma sözü mü veriyor? Pek olası değil. Bir de güvenliğin deruhte edildiği sahayla öngörülen gücün büyüklüğü hayli uyumsuz. Yani ‘istikrar gücü’ bir-iki kasaba değil 490 kilometre uzunluğunda devasa bir alanın korunmasından sorumlu olacak. Türkiye’nin terör örgütü saydığı yerel unsurlar yoksa bu nasıl olacak? Eğer ortada bir taahhüt varsa bu tutulacak bir taahhüde benzemiyor.

Halihazırda güvenliği sağlayan unsurlar belli: Kentlerin dışı, sınırlar ve cephe hatları YPG, YPJ ve DSG’den soruluyor. Yerleşim merkezlerinde güvenliği Asayiş sağlıyor. Türkiye’ye göre Asayiş de ‘terör örgütü’.

Bir de görev tanımına bakılırsa koalisyon, IŞİD’in geri gelmesini önleyecek. Ama bu örgütün saldırıya geçeceği yerler askerlerin konuşlanmadığı güney hatları, kuzey değil. Kuzeyden gelecek olan belli: Türkiye.

Ayrıca Amerikalılar, yeni dönemde Menbic’te Türkiye ile ortak devriyelerin süreceğini söylüyor. Bu da kentin bir an önce Türkiye’ye devredilmesi talebinin karşılık bulmayacağının başka bir ifadesi.

Bütün bunlar güvenli bölge tasarımında ana kaygının Türkiye olduğunu bir kez daha teyit ediyor.

Tamponu koparmaya ramak kalan bir pazarlıktan geriye bazı temenniler kalmış gözüküyor. O temennileri Pentagon’daki görüşmenin içeriğini aktaran Akar’ın sözlerinde görüyoruz:

“Çekilme sırasında otorite boşluğu bırakılmaması hususunu hatırlattık…”

“Teröristlerin Menbic’i boşaltması ve yönetimin Menbiclilere verilmesi konularını hatırlattık…”

“Güvenli bölge oluşturulması, teröristlerin bölgeden çıkarılması, kontrolün Türkiye tarafından sağlanması, misafir ettiğimiz Kürt, Arap, Asuri, Keldanilerin bir an önce evlerine dönmelerinin sağlanması gerektiğinin altını çizdik.”

(Şu evlerine dönmesi için YPG’nin gitmesini bekleyen Kürt, Arap, Asuri ve Keldanilerin kimler olduğunu bir de biz bilsek, iyi olacak!)

Fakat seçim sathi mailindeki Türkiye sahnesinde iç tüketime yönelik kararlı duruş istifini bozmuyor:

“Sınır ötesi harekât kaçınılmaz hale gelmiştir.”

“Menbic ve Fırat’ın doğusunu teröristlerden temizlenme kararlılığı devam etmektedir.”

“Sınırlarımızda terör koridoruna asla müsaade edilmeyecektir.”

“Oluşturulan tampon bölge Türkiye’nin kontrolünde olacaktır.”

Tüm hükümet erkanının dilindeki bu kararlılık, dışarıda kanca tutturamasa da içerdeki ahvale uygun olarak bir süre daha ‘devlet politikası’ şeklinde süreceğe benziyor.

***

Mevcut tablo yeni bir Trump-Erdoğan görüşmesiyle alabora olmazsa, Türk-Amerikan masası ortak tampon planına uzak. Peki, bu pazarlığın doğu yakasında bir şey var mı? Orası da umutsuz. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Türkiye ile hangi Kürtlerin terörist sayılması konusunda ortak bir anlayışa varılamadı” dedi. Kürtler konusunda sapla samanın ayrılması gerektiğini vurguladı.

Son Soçi karşılaşmasından bu yana Rus semalarındaki havayı süzersek iki damla düşüyor. Biri kırmızı çizgi halinde; diyor ki ‘Bundan böyle bütün askeri müdahaleler için Şam’ın onayı şart’. İkincisi yol haritası suretinde; ‘Eğer sınırda bir güvenli bölge kurulacaksa Adana Mutabakatı temelinde Türkiye ve Suriye ortak mekanizma geliştirerek çözüm bulabilir.’ Bu da Şam ile ilişkileri normalleştirmeden olmaz. İran’ın çizgisi de Rusya ile çakışıyor. Astana’nın iki ortağı, ABD’nin yeni stratejisi karşısında üçüncü ortağı bu seçeneğe zorlamak için bütün kartları oynayacaktır.

***

Halihazırdaki stratejik ve konjonktürel bağlamlar ışığında, Türkiye Kürt kazanımlarını imha etmeye dönük bir siyasete ne doğu ne de batıdan ortak bulabiliyor. Ancak Türkiye’yi duvara toslamaya götüren bu açmaz bir başka boyuttan Kürtler için de geçerli. Elbette Amerikan askeri varlığı hem Türkiye hem de Suriye yönetimleri üzerinde caydırıcı etki yapabilir.

Fakat Kürtler açısından bu geçici koruma kalıcı çözümü garanti edemeyebilir. ‘Amerikan himayesinde kalmak’ Suriye’deki hakim siyasal kültür açısından tevili imkansız bir pozisyon. ‘Şam üzerinde baskı aracı olur’ diye umut bağlanan uluslararası güç, beklenenin aksine barışçıl çözümü tıkayabilir. Amerikalıların Şam’a kayıldığı an yardımların kesileceğini uyarısı boşuna değil. 2014’de tam IŞİD’in Kobani kuşatması sırasında davetsiz gelen Amerikan yardımı ile Kürtlerin ısrarları üzerine varlığını sürdüren Amerikan yardımının bağlayıcı etkisi farklı olacaktır. ABD’nin Fırat’ın doğusunu kendi bölgesel politikaları açısından bir etki ve manivela alanı olarak kurgulaması, Türkiye’nin akıl çemberinin çok dışına çıkmış düşmanlığını derinleştirirken İran ve Rusya’yı da Kürtlerin hesabını bozan farklı senaryolara yönlendirebilir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu