GüncelMakaleler

MAKALE | Liberalizmle Mücadele Edelim

Mao’da, Lenin gibi “özel olan hiçbir şeyi” sınıf mücadelesinin çıkarları karşısında tanımamaktadır. Mao, ortaya çıkan liberalizmin üstesinden gelmek için aktif ideolojik mücadele verilmesi gerektiğini söyler. Bunun için de Marksizm kullanılmalıdır. Çünkü Mao’ya göre Marksizm “liberalizme tamamen aykırıdır.”

Çin devriminin 70. yılını kutluyoruz. Başkan Mao’nun öncülüğünde gerçekleşen Demokratik Halk Devrimi ve sonrasında Büyük Proleter Kültür Devrimi, Marksizm’de gerçekleştirilen nitel katkıların da adı olmuştur. Çin Devriminin gerçekleştirildiği ve devrimlerle sürdürüldüğü tarihsel dönem boyunca Komünist Parti içerisinde sayısız ideolojik mücadele yaşanmıştır.

İdeolojik mücadele yaşanan akımlardan birisi de liberalizmdir. Burjuvazinin en köklü ve en yaygın akımlarından olan liberalizm, ideolojik-politik ve örgütsel olarak halen devrimci yapıları etkilemekte, sınıf mücadelesine ciddi zararlar vermektedir. Bu makalemizde, esas olarak Liberalizmin teorik temellerini ele almaya çalışacağız. Bununla birlikte, son yıllarda belirginleşen bir şekilde Türkiye Devrimci Hareketi’ni etkisi altına alan bu akımın politik-örgütsel yanlarının da gündem yapılması ve güçlü mücadeleler verilmesi gerektiği açıktır.

Sömürmek için insanların özgür bırakılması!

Liberalizm, tarihsel olarak Aydınlanmacılıktan beslenen, felsefi-ekonomik – politik tüm teorisini toplumun temel birikimi olarak gördüğü “birey”in üzerinden inşa eden bir burjuva akımıdır.

1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, ABD Bağımsızlık Bildirgesi (04.07.1776), 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Bildirisi, Liberallerin önemli tarihsel belgeleri olarak geçmektedir. Bu bildirilerin ortak yanı, insanın doğuştan gelen haklarının olduğunun, özgür ve eşit doğduğunun ve toplumun temel unsurunun bireyler olduğunun savunulmasıdır.

Liberallerle Aydınlanmacıların kesiştiği en önemli nokta, toplumun doğuştan özgür ve eşit bireylerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmenin ürünü sayılmasıdır. Liberalizmin babası sayılan John Locke “hayat, hürriyet, mülkiyet” üçlemesi ile işin özünü ortaya koyar (her “birey”in eşit doğduğundan söz edilse de bu bildirilerin her birinden farklı farklı, toplumsal kesimlerden hiç bahsedilmemiştir; kadınlar, siyahlar, LGBTİ’ler gibi).

Bu kadar yaygın olan liberalizmin, ideolojik, politik ve ekonomik olarak yüzyıllardır süren kapitalizmin hiçbir evresinde yaşam bulamamış olmasına dikkat çekmek gerekir. “Özgür birey”, “az devlet”, “eşitlik” vs., “serbest rekabetçi dönem” diye adlandırılan zaman diliminde dahi yaşama geçememiş, yanına dahi yaklaşamamış soyutlamalardır. Her gün on binlerce “insanın” mülksüz olarak doğduğu ortadayken “hayat, hürriyet ve mülkiyet”in tüm insanlar için savunusu ortada kalmaktadır.

“Liberalizmi doğuran sorun, önce merkezde, daha sonra bütün olarak dünya sisteminde tehlikeli sınıfların nasıl zapturapt altında tutulacağıydı. Liberal çözüm, kesintisiz sermaye birikimi sürecini ve onu destekleyen devlet sistemini tehdit etmeyecek düzeylerde kalmak şartıyla, siyasi iktidara sınırlı bir erişimin ve ekonomik art-değerin sınırlı paylaşımının bu sınıflara bahşedilmesiydi.” (İ. Wallerstein, Liberalizmden Sonra, Metis Yay., s:46).

Liberalizm, hiçbir zaman yaşam bulamamış olsa da “eşitlik, özgürlük ve akıldan oluşan hümanist ideolojisiyle” çok geniş kesimleri etkisi altına alabilmiştir.

“Zenginler yoksulları, kendi köleliklerini özgürlükleriymiş gibi yaşamaya ikna etmek için, hiç işitmedikleri ama üzerinde ‘en çok düşünülmüş söylev’i çekerler.” (L. Althusser, Marx İçin, İthaki Yay., s: 287).

Burjuvazi kendi ideolojisine evrensel bir görünüm vermekte ve yalnızca sömürmek için özgür bırakacağı insanları, onların en çok özlemini çektikleri, en çok “düşündükleri”, ütopyasını kurdukları söylemlerle etkilerler. Fakat sorunumuz şurada ki, Marksist olduğunu söyleyenler de burjuvazinin bu ideolojisinin söylemlerini rahatsız olmadan kullanmak da, “birey”e teorik-felsefik-politik olarak farkında olarak veya olmayarak merkezi bir rol verebilmektedirler.

Toplum, insanların toplamından oluştuğuna göre her bir insanın, bireyin ‘özgürlüğü’, ‘yaratıcı gücü’, ‘istekleri’ vs. esas hale gelmektedir. Kapitalizmde bunlar sınıflı bir toplum olduğu için yaşam bulamayacak olsa da sosyalizm bunları gerçekleştirecektir. Bu kadar genel ifadelerle devrimci hareketteki liberal etkiyi sadeleştirmeye çalışmanın mahsurları olsa da, bu genellemelerin doğru olduğunu söyleyebiliriz.

Pekiyi gerçekten Marksizm’in, liberalizmin bu felsefi ve politik söylemleriyle buluşabileceği bir zemin var mı? Hümanist ideoloji, Marksist vs. demeden tüm insanlığın benimsemesi, teorisine, politikasına yön vermesi gereken bir ideoloji midir?

Biz buna netlikle “HAYIR” diyoruz.

“Özel olan hiçbir şeyi tanımıyoruz!”

S.Lukes, “Bireycilik” isimli çalışmasında, Lenin’in 1920’deki bir konuşmasında “Özel olan hiçbir şeyi tanımıyoruz. Bizim ahlakımız tamamıyla, proletaryanın sınıf savaşımının çıkarlarından sonra gelir.” şeklinde sarf ettiği sözleri ile Mao’nun “Liberalizmle Mücadele Edelim” başlıklı yazısına atıfta bulunarak Mao’nun “bireyin mahrem sınırlarını tanımama konusunda ‘en çarpıcı’ örnek” olduğunu söyleyerek; hem Lenin’in hem de Mao’nun bu anlayışları nedeniyle faşistlerle benzerlik taşıdığını iddia eder. (Akt: Metin Kayaoğlu, Teori ve Politika 51-52, s:48).

İsmini başlığa taşıdığımız Mao’nun makalesinde Parti ve devrimci örgütler içerisinde liberalizmin çeşitli biçimlerine karşı alınacak tavırlar net bir şekilde ifade edilir (Mao, seçme Eserler, Cilt 2, s:31-33). Mao’ya göre “Liberalizm, devrimci bir topluluğa son derece zararlıdır. Birliği kemiren, dayanışmayı zayıflatan, kayıtsızlığa yol açan ve ayrılık yaratan yıkıcı bir şeydir. Devrimci safları sağlam bir örgütlenmeden ve sıkı bir disiplinden yoksun kılar. Siyasetlerin uygulanmasını engeller, parti örgütlerini Partinin önderlik ettiği kitlelerden koparır. Bu, son derece kötü bir eğilimdir (age., s:32-33).

Mao, makale içerisinde “küçük burjuva” bencilliğinden” kaynaklanan ve kişisel çıkarları devrimin çıkarları karşısında ikinci plana iten bu yıkıcı eğilimin parti içerisindeki çeşitli biçimlerini örneklendirir. Sıralananlar Lukes’in iddia ettiği gibi gerçekten de “bireyin mahrem sınırlarını” tanımamadır.

Mao’da, Lenin gibi “özel olan hiçbir şeyi” sınıf mücadelesinin çıkarları karşısında tanımamaktadır. Mao, ortaya çıkan liberalizmin üstesinden gelmek için aktif ideolojik mücadele verilmesi gerektiğini söyler. Bunun için de Marksizm kullanılmalıdır. Çünkü Mao’ya göre Marksizm “liberalizme tamamen aykırıdır.” (age: 33) Bu aykırılık, liberalizmin üstesinden gelebilmek de en önemli silah haline gelmektedir. Peki bu aykırılığın bilimsel temel nedir? Bunu kısaca açmaya çalışalım.

Liberalizmin karşısında Marksizm

“Her bilim teorisi ya da epistemolojisi, ister hoşunuza gitsin ister gitmesin, kabul etsin ya da etmesin bir ontolojiyi varsayar.” (Bhaskar R. Gerçekçi Bilim Teorisi, 2018, s:315).

Marks, tarihsel materyalizmi kurarken yeni bir ontoloji belirlemiştir. Marx’tan önce hâkim olan klasik iktisadın ontolojisi, dünyanın atomistik kavranışına dayanıyordu, “Bu kavrayış bütünü ister şeyler ister olgular olsun basit parçaların toplamı olarak görür.” (Ollman B., Diyalektiğin Dansı, 2006, 163). Buna göre toplumlar, toplu atomların yan yana dizilişi gibi tek tek bireylerin (öznelerin) toplamına indirgenir.

Doğal olarak da her atomun (bireyin) hareketi, fikri, kişisel özellikleri önemli hale gelir. Toplum bilimler de, bilinçli olan bu insanların davranışlarına, arzularına, alışkanlıklarına, tek tek davranışlarına indirgenir. Marks’ın eleştirip koptuğu budur: “özneler dünyası” olarak ele alınan atomistik ontolojidir. Politik iktisat Homo Ekonomicusların ihtiyacına göre şekillenir, kavramları da buna göre olur; rasyonellik, optimum, tam istihda, refah iktisadı, insancıl iktisat (Althuser, Kapital’i Okumak, Nora Yay., s:40.).

Her şey niceliklerin toplamından oluşur. Estetistikler, grafikler buna göre oluşturulur, buna göre fikir yürütülür. Böylece her şey gündelik ilişkiler ve birey temelli değerlendirilmiş olduğundan, “değer yasasına” hiçbir zaman ulaşamazlar.

Marks – Engels, Feuerbach Üzerine Tezler’den itibaren, ‘önceki bilincimizle hesaplaşma’ denilen ‘soyut insan’ kavramına itiraz ederler. Zaman içerisindeki, atomistik ontolojiye karşı, gerçek dünyayı “etkileşim halindeki olay, süreç ve koşulların yapılaşmış karşılıklı bağımlılığı” olarak  ele alırlar. (Ollman B., age, s: 164). İnsanın evrensel bir özü olduğu ve bunu zaman içerisinde toplumların ilerlemesiyle aklın egemen hale gelmesiyle egemen olacağı fikrini reddederler.

Marks’tan önceki tüm toplum bilimleri, felsefe vs. “insan doğası” ve bunun gerçekleştirilmesi üzerine dayanırken Marks tarihsel materyalizm ile bunu tamamen reddetmiş ve yeni kurduğu ontolojiyle yeni epistemolojik terimlerle, toplumu, tarihi yorumlamaya başlamıştır. İnsan, insanın özü, özgürlük, eşitlik kavramlarıyla değil; üretim tarzı, maddi yaşam, üretim ilişkilerini bütünlüklü ele alan ve “şeyleri, “insanları” vs. değil süreçleri soyutlayarak, bütündeki ilişkileri ele alıp kavramlaştırmıştır. İnsana bütün bu nesnel süreç boyunca, “bilinç” de, toplumsal varlık tarafından belirlenmektedir. Özgürlük kavramı, bilinci, iddia edildiği gibi soyutlanıp, evrensel olarak tanımlanabilecek bir ifade değildir.

İnsan toplumları, ekonomi, politika ve ideolojinin karmaşıklaşmış bir bütünlüğünden oluşur! Yani tek tek bireylerin kendini gerçekleştirmesi ve bunların toplamından ulaştığımız sonuçlar bizi sadece liberalizme götürür. Bunun karşısında sağlam bir şekilde durabileceğimiz tek dayanak Marksizm, Leninizm, Maoizmdir. Liberal söylemlerle ortaya çıkanların, bizleri Marks öncesi felsefeye, bilime götürmektedirler. Bunu kesin bir şekilde reddetmeliyiz!

Bütünsel bir kavrayışa ulaşmak

Yazımızı kısa ama önemli olduğunu düşündüğümüz bir analojiyle sonlandırmak istiyoruz. Son yıllarda beyin; beynin çalışması vs. üzerine sayısız çalışma yapılmaktadır. D. Holfstadter’in “Ben Bir Garip Döngüyüm” isimli çalışması da bunlardan biridir. Buna göre, beynin çalışmasının; “Bilinç”in ortaya çıkmasına derinlemesine bir şekilde anlayabilmek mikroskobik nesnelere mikroskobik zaman aralıklarına odaklanarak anlaşılamaz. Beynin anlaşılmasında tek tek her bir nöronun hareketinin hiçbir anlamı yoktur.

Aynı şey atomlar ve hücreler için de geçerlidir. Bunlar ancak içinde yer aldıkları doku ve organlara göre devinimlerine anlam kazandırıp yeni işlevlerle anlaşılabilen, farklı düzeyde bir düzen oluştururlar. Mesele, oluşturulan düzeydeki soyut ilişkilerin ve etkileşimlerin çözülmesi olmaktandır.** Analojimize dönersek, insan toplumları da tek tek insanların yapısı, düşüncesi vb. ile anlaşılabilecek, bunların değişimiyle “ilerleyecek”, “gelişecek” bir yapı sergilemektedir. İçinde bulundukları maddi yaşam koşullarına bağlı olarak ortaya çıkan bütünün karmaşık, eklemlenmiş, farklılaşmış yapısı anlaşılmaya çalışılmalı, kullanılan kavram ve kategoriler de buna uygun olmalıdır. Burjuva ideolojisinin kavram ve kategorileri devrimci hareket açısından her zaman için Marksizm öncesine geri gönderilmek anlamına gelecektir.

Bu yüzden bizler de Çin devriminin 70. Yılında Başkan Mao’yu da anarak, “liberalizmle mücadele edelim” diyoruz.

** Görüldüğü üzere bilimlerde de artık açık bir şekilde atomistik yaklaşım aşılmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu