GüncelManşet

(Makale) Sünni devletlere IŞİD ile çekilen yeni ayar

Sünni devletlere IŞİD üzerinden çekilen yeni ayar: “YENİ ORTADOĞU” DÜZENİ!

ABD, NATO toplantısında IŞİD karşı kendi öncülüğünde çekirdek bir koalisyon kurulacağını söyledi. Ama daha önemlisi ABD Başkanı Barack Obama Türkiye, S. Arabistan, Katar ve Ürdün’ü zikrederek IŞİD’e karşı mücadelede bu Sünni ülkelerin desteğinin zorunluluğuna değindi. Bu koalisyona bu ülkelerin dahil olmasının hayati olduğunun altını özellikle çizdi. Zikredilen Sünni ülkelerin durumu ve daha da önemlisi Obama’nın Sünnilik vurgusu dikkate değerdir. Bu ülkelerin IŞİD ile dolaylı ya da doğrudan bağına ve politik tutumlarına bir gönderme olarak okumak meseleyi epey basite almak olacaktır. Mesele Sünni saiklerle bölgede at koşturmaya çalışan bu ülkelerin belirlenen yönelim de yaşadığı başarısızlık ve artık bu başarısızlığa ABD’nin göz yummayacağıdır. Yani ABD kendine mutlak biat çağrısı yapmıştır. IŞİD’ye müdahale aynı zamanda Sünni eksen oluşturma mücadelesinde olan başta Türkiye ve Suudilere yönelik bir uyarıdır.

10 Eylül’de Obama, “IŞİD ile mücadele programlarının” ne olduğuna dair bir açıklama da yaptı. 11 Eylül’ün arifesinde yapılan bu açıklamada, Irak ve Suriye’de IŞİD’ye karşı hava saldırıları yapacaklarını, yerelde Irak ordusu ve Peşmerge’ye istihbari ve lojistik destek sunarak operasyonun kara ayağını tamamlayacaklarını ifade etti. Suriye’de ise karadaki ayağın kim ya da kimler olacağına dair somut bir tutumla adres gösterilmedi.

Suriye’de açılacak cepheye dair hava harekatı dışında ABD’nin ne yapacağı belli değil. “Ilımlı muhalifler”den bahsediliyor ancak son tahlilde onlarında IŞİD’den bir farkları yok! Üstelik daha kısa bir süre önce bizzat Obama’nın Suriye’de “ılımlı muhalif yaratmak bir fanteziydi” demesine rağmen bu çağrıyı yapmış olması, ABD’nin elinin güçsüzlüğünü de açık ediyor.

YPG Rojava’yı koruma eksenine oturmuş bir savaş yürütüyor IŞİD’e karşı. ABD’nin IŞİD ile mücadele adı altında Suriye’de “yalandan yapacağı” hava harekatının YPG’nin savaşını daha fazla yaralayacağı açıktır. Birincisi, IŞİD’ye karşı YPG emperyalizmle yan yana görülecektir. Bu politik olarak YPG’nin mücadelesini zehirleyecek manüplatif bir iklim yaratabilir. İkincisi, tarihsel tecrübeyle sabittir ki Ortadoğu’da emperyalizmin “hedefinde” olan yapılar prestij kazandığı gibi kitle temelini de güçlendirme olanağı da bulmaktadır. IŞİD’e askeri manada esaslı darbeler vurmaksızın YPG’nin başarılı mücadelesine emperyalizmin bu şekilde bir köstek çıkarma potansiyeli vardır.  

ABD’nin şimdilik hava operasyonlarıyla politik mesajlarını vereceği, bölgenin yeniden dizayn edilmesi sürecinde meseleye biraz daha bakmak istediği anlaşılıyor. Askeri saldırganlığına IŞİD’nin vahşeti üzerinden meşruiyet katmanın yanında, aynı zamanda bölgenin yeniden dizayn edilmesinde ortalığı biraz daha kızıştırma hesabı yaptığı görülmektedir. Aynı zamanda bölgedeki müttefik güçlerinin yeteneklerini de teste tabi tutma derdi olduğu anlaşılıyor. Ama bölgede esas hamlenin bu olmadığı aşikar. Açıklanan mücadele planı bölgesel gelişmelerce hızla yutulacaktır. Ama bölgenin esaslı dizaynın da güçlerin konumlanması ve sürecin örgütlenmesinde gelinen aşama önemlidir. 

Gelişmelere ABD, Mısır, Türkiye, Körfez İşbirliği Örgütü üyeleri 11 Eylül’de S. Arabistan’da “Terörle Mücadele Toplantısı” yapmasını, ABD Savunma Bakanı’nın Türkiye ziyareti, ABD Dışişleri Bakanı’nın bölge ülkelerini ziyareti de eklenmelidir. Özellikle Sünni cephede hummalı bir diplomatik mekik sürecinin işlediği görülmektedir.

 

Miadı Dolmuş “Modellik”!

Türkiye ise tam anlamıyla kilitlenmiş durumdadır. NATO zirvesinde Obama ve R. T. Erdoğan görüşmesinden sonra 5-6 yıl önce kullandıkları dil ve söylemin tekrar devreye girdiğini görüyoruz. Uzun zamandır unutulan TC-ABD arasındaki ilişkiyi tanımlayan “model ortaklık” kavramı yeniden kullanıma açıldı. Erdoğan ve başdanışmanı İbrahim Kalın ABD’nin “müttefik” ve “model ortakları” olduğunu ifade ettiler. (10 Eylül, Kanal-24) Model ortaklığın bahsettiğimiz Sünni Ortadoğu’ya “ılımlı-laik İslamı” taşıma olduğunu biliyoruz. Erdoğan’ın ve A. Davutoğlu’nun koltukları değiştirdiklerinde bölgedeki dengelerinde değişeceğini sanmaları gibi, idealist bir düşünce yapısında oldukları anlaşılıyor.

Model ülke projesinin artık tarihin sayfalarında bir rezillik olarak kayıt altına alınmıştır. Ama belli ki revize edilerek ABD’nin önüne sunulmuş ya da ABD’nin TC’den talebi, TC tarafından manüple edilerek, bu şekilde pazarlanarak gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. TC’nin Irak ve Suriye’de Kürt-Sünni Arap-Türk ittifakı projesine sıkıca sarıldığı anlaşılmaktadır. Özellikle “Kürt barışı” ve Barzani ile olan yakınlığı elindeki en büyük kozdur. Ki bu noktada elindeki koz sahiden de yegane çıkışı gibi görünmektedir.

Ama TC bir yandan Kürtlerle olan ilişkisini bölge politikalarını icra etmede bir koz olarak görürken, diğer yandan bölgedeki gelişmelerin Kürtlerin lehine ve onları kilit konuma getiren yanına karşı açık bir düşmanlık sergilemektedir. Murat Karayılan bu tutuma karşı “hani biz barışıyorduk” diye haklı olarak sormaktadır. (Alxas Balyan, “Karayılan: HPG yaşam hakkı için rol üstlenmiştir”, Behdinan, 10.09.2014, ANF)

TC bunun yanında IŞİD’e karşı ABD’nin mücadele dediği şaklabanlık içinde nerde duracağını da netleştirmiş değil. Bir yandan bu gelişmelerin bölgenin dizayn süreci olduğunu, dışında duramayacak kadar burnunu soktuğunu bilmektedir. Diğer yandan ise ne olursa olsun Sünni bir güçle Irak ve Suriye’de karşı karşıya gelmenin bir çuval inciri daha mahvedeceğini düşünmektedir. Yani temkinliliğinde mesele TC’nin IŞİD ile olan yakın ilişkisi değildir. Mesele IŞİD ile doğrudan bir mücadele içine girmesi durumunda Sünni güçlerin kendine daha fazla güvensizleşmesine zemin sunma olasılığıdır. Zira bu cephede eldeki malzeme bu (IŞİD) ve ya bunun türevleridir (ki Obama’da “Suriye’de Ilımlı Muhalif yaratmak fanteziydi” diyerek bu durumu aslında tespit etmiştir). A. Davutoğlu’nun ısrarla IŞİD’yi terör örgütü olarak tanımlamaması (ki “terör örgütü” tanımak için ellerinde tuzlukla dolaşırlar), bunu doğuran yani Sünnileri dışlayan zemine gönderme yapması buradan kaynaklanmaktadır. Yani yaşanan şey politik bir çıkmazdır.

 

Kafası Karışmış, Elleri Bağlanmış, Çıkmaza Girmiş!

Şimdi bu son gelişmeler ve ABD’nin IŞİD ile “mücadele hamlesi” TC’ye hem bir uyarı hem de test niteliğindedir. TC sürece aktif dahil olmazsa bölgede nasıl gelişmelerin yaşanacağının bilinemezliği içinde, bölge sisteminin değişmesinde büyük bir fırsatı kaçırmış olma kaygısı taşımakta; müdahalede aktif olursa Sünni önderlik oluşturma hesaplarının aşınması korkusu arasında salınmaktadır. Ama her iki durumda da bugüne kadar izlediği politikadan kaynaklı çıkaracağı sonuç sadece başarısızlık olacaktır.

Şimdilerde emperyalist güçlerin kendilerinin N. El Maliki ve B. Esat konusundaki politikalarına “hak verdiğini” medyada pazarlamaya çalışarak “yüksek ön görülerini” ispatlamaya çalışıyorlar. IŞİD’nin N. El Maliki ve B. Esat’ın iktidardaki varlığından beslendiğini anlatıyorlar hala.

Türk devletinin “dün giden fırsatlarla” uğraşması yeni değildir. Yine aynısını yapmaktadırlar. Bu onların anda ne kadar zayıfladıklarının da kanıtı gibidir. 2003’de Irak tezkeresinin çıkmamasını Irak’ın işgali ile bölgenin şekillenme sürecinde aktör olma rölünü kaybettiklerini dile getirip çok ahlanıp vahlandılar. Sonra buradan çıkardıkları ders, Suriye’de ki kalkışmaya en erken burnunu sokan olmak olarak kendini gösterdi. Ama “müdahil olmazsak Ortadoğu’ya bir yüzyıl daha giremeyiz” iştahı ve “erken kalkıp yol alma” darkafalılığı Suriye’de de anlamadığı, bilmediği sokaklara girmeyle sonuçlandı. Şimdi de bu iki başarısız deneyim sonrası bir kafa karışıklığı ve kararsızlık hali var. Üstelik Musul’da 49 elçilik görevlisinin IŞİD’in elinde olması gibi ekstra zaaflı noktaları da cabası. Ama TC’nin açıktan IŞİD ile mücadeleye tutuşmamasının esas gerekçesini buna bağlamak, bu devleti hiç tanımamak demektir. Çıkarları bunu gerektirdiğinde bırakalım 49 elçilik üyesini gözden çıkarmayı onların ölümüyle hesapları örtüşecekse bunun gerçekleşmesi için elinden gelen her şeyi, her tahriki yapmaktan geri durmazdı. Sonra da onları şehit ilan ederdi!

Sıkışmış, zayıf düşmüş ve emperyalizme daha fazla mahkum olmuş halleriyle bir karar arifesindeler. 11 Eylül’de S. Arabistan’da yapılan toplantı da TC, askeri mücadele konusunda oluşmuş metne imza atmadı. Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry bunun büyütülmemesi gerektiği, IŞİD ile mücadelede Türkiye’nin yerini aldığını söylese de bunun TC’ye istemediği bir faturası olacaktır. TC’nin yine arka planda ABD ile iş kotarmaya çalışacağı görülmektedir. Bunun bölge politikasında istediği paya yetmeyeceğini şimdiden görmek ise mümkündür. Alacakları karar şimdiye kadar yaptıkları tüm hesabın yanlış olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.

Yine de TC bu? Bakarsınız stratejik rezilliğini, stratejik fırsata çevirmeye kalkar ve IŞİD bahanesiyle “teröre karşı” tampon bölge kurmak amacıyla S. Kürdistanı’nı işgal etmeye bile kalkabilir. Yeni Başbakan’ın Dışişleri Bakanlığı döneminde sızan ses kayıtlarında “tank sevdası” bilinmektedir. Ankara’da gün aşırı yapılan “Güvenlik toplantıları”nda tüm  bunların konuşulduğu varsayılabilir.

İçerde “Yeni Türkiye” naraları atılırken, Ortadoğu’daki “yeni” düzenin dışında kalmaktadırlar. Çünkü “evdeki hesap, Halep’teki çarşıya uymamış”, “3 saate Emevi Camii’nde Cuma namazı kılma” hayalleri, Ortadoğu’nun stratejik çöllerinin derinliğine gömülmüştür.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu