GüncelMakaleler

ÇEVİRİ | Maoizm’in Evrenselliği, Marksizm Sonrası Yanılsama Ve İdeolojik Mücadele Rishi Raj Baral’ın bir kitabı

"Kitabım bu değere dayanıyor. Bu kitap 9 bölüme ayrılmıştır. Sadece Marksizm sonrası yanılsamayı eleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda 21. yüzyıl Komünist devrimi için Maoizm'in gerekliliğini ve gerekçesini vurguluyor."

(Bu makale, Rishi Raj Baral’ın “Maoizm’in Evrenselliği, Marksizm Sonrası Yanılsama Ve İdeolojik Mücadele” kitabının ‘Giriş’ bölümüdür. Özgür Geleceğin Notu: Yazarın “birinci dünya”, “üçüncü dünya” gibi kavramsallaştırmalarına katılmamakla birlikte makaleyi öneminden dolayı Özgür Gelecek okurları için çevirdik.)

 

Giriş: Maoizm ve devrimci süreklilik

Rishi Raj Baral

Felsefeyi filozofların ders odalarının ve ders kitaplarının sınırlarından kurtarın ve kitlelerin elinde keskin bir silaha dönüştürün. Mao tse-tung

Toplumun devrimci değişiminden bahsederken, sınıf ve sınıf mücadelesi sorununun ön plana çıkması doğaldır. Sınıf mücadelesi tarihin itici gücüdür. Marksizm, “filozoflar dünyayı ancak çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; mesele onu değiştirmektir” temelinde gelişmiştir. Sınıf, sınıf mücadelesi, özel mülkiyetin kaldırılması, devrimci dönüşüm ve proletarya diktatörlüğü, proletarya liderlerinin Marx’tan Mao’ya vurguladıkları temel sorulardır. Bu temel sorulara yönelik algı ve tutum kimin Marksist olup kimin olmadığını belirler.

2

  1. yüzyılın üçüncü on yılına girdik. 21. yüzyılın sosyalist devriminin karakteri kişinin kendi konumuna göre yorumlanmış ve analiz edilmiştir. Emperyalist ve yayılmacı güçler, dünyada üstünlük için rekabet etmek için hem geleneksel hem de yeni sömürgeci eğilimleri kullanıyorlar ve “petrol savaşı”, “ticaret savaşı”, “terörle mücadele kampanyası” adına, özellikle ‘Üçüncü Dünya’ halkına savaş dayatıyorlar. Küreselleşme projesi ekonomik, askeri ve siyasi iktidarın genişlemesi ve egemenliği için güçlü bir araç haline gelmiştir. NATO’nun faaliyetleri hala devam ediyor ve emperyalist güçler doğrudan silahlı saldırılar başlatıyor.  Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve Venezuela’da gerçekleşen faaliyetler emperyalist güçlerin kendi çıkarları için her şeyi yaptıklarını ve yapacaklarını kanıtlamaktadır.

Sınıflı toplumun genel tarihi, entelektüel gücün yanı sıra askeri güç tarihidir. Gericilerin ana sloganı, insanların bilinci ve yeteneği üzerindeki kontrolü sağlamaktır. Emperyalizmin sadece silahlı bir ordusu değil, aynı zamanda kalemli bir ordusu da vardır. Düşünce kuruluşları olarak çalışan entelektüelleri var: yazarlar, gazeteciler ve profesörler. Manastırlar, kiliseler, Tanrı’ya tapınma, rahip-rahiplik, cennet-cehennem, idealizm ve spiritüalizm yanılsamalarının genişlemesiyle gerici güçler sömürmektedir. Gerici sınıfın uzun zamandır yaptığı budur. Bu gerçekliği ancak Komünist Manifestonun yayınlanmasından sonraki tarihe bakarak anlayabiliriz.

Emperyalizmin Komünist Manifestonun ortaya koyduğu değerlere karşı nasıl birleşik güç kullandığını ve kullanacağını rahatlıkla görebiliyoruz.  Varoluşun ve toplumsal bilincin, gerçekliğin ve yansımanın, mücadelenin ve dönüşümün bilimsel dünya görüşünü inkar ederler.  Platon, Kant, Freud, Nietzsche, Kierkegaard ve Heidegger gerici güçlerin önemli destekçileri olarak ortaya çıktılar. Aynı zamanda idealizm, natüralizm, Freudyenlik, varoluşçuluk ve nihilizm sanat ve edebiyat dahil olmak üzere toplumsal yaşamın çeşitli yönlerine yansımıştır.

Stalin’in ölümünden sonra, revizyonizme karşı mücadele sadece Rusya’da değil, tüm Avrupa’da zayıfladı. Rusya Yirminci Parti Kongresi’nin ardından Uluslararası Komünist hareket iki gruba ayrıldı, ideolojik olduğu kadar bölgesel sorular da belirleyici oldu. Marksizm-Leninizm’i savunma meselesi vahim ve zorlayıcı hale geldi.

Bu, Mao’nun zamanında fark ettiği temel soruydu. Mao devrimci sürekliliği nasıl ilerletecekleriyle ilgileniyordu.  Mao’dan önceki soru, dünya komünist hareketi boyunca geliştirilen proleter değerleri savunmaktı. Bu sadece Rusya ile Çin arasında bir mesele değil, Marksizm-Leninizm bayrağını tutup tutmama ya da revizyonist ve emperyalist faaliyetlere yer verip vermeme meselesiydi. Mao’nun önderliğindeki Büyük Tartışma bu tarihsel zorunluluğun sonucuydu.

Büyük Tartışma Marksizm-Leninizm’in korunması, revizyonizm ve emperyalizme karşı büyük bir kampanyaydı. Gerçek anlamda, tarihi ve büyük bir tartışmaydı. İlk bakışta, Çin Büyük Proleter Kültür Devrimi, Çin Komünist Partisi içindeki sağ oportünist eğilimlere karşı bir kampanya gibi görünebilir. Aslında, Çin Büyük Proleter Kültür Devrimi Büyük Tartışmanın devamıydı. Bu ikisinin birbiriyle ilişkili ve süreklilik içinde görülmesi gerekir. Her iki kampanya da revizyonizme karşı mücadele ile bağlantılıdır ve Marksizm-Leninizm’in savunuluşu ve gelişmesi ile ilişkilidir. Ancak bu şekilde ”1960’ların kargaşasını”, “uzun altmışlı yılları” anlayabilir ve Mao’nun katkılarının küresel etkisini ve evrensel önemini gerçekten kavranabilmesi sağlanabilir.

Mao 1976’da Büyük Çin Proleter Kültür Devrimi’nin sonuçları niteliksel bir şekil almadan önce öldü. Sonra Çin’de bir karşı devrim oldu, Deng Xiaoping liderliğindeki Çin Komünist Partisi sosyalist devrime ihanet etti ve Mao ve Çin Komünist Partisi’nin kurduğu değerlere saldırarak kapitalist yola girdi. Deng Xiaoping liderliğindeki karşı devrimci çete, Büyük Çin Proleter Kültür Devrimi’ni “yıkım ve kaos dönemi” olarak kınadı ve Maocu liderler Chan Ching, Wang Hognwen, Chang Chun Chiao ve Yoa Wenyuan’ı hapsetti ve çok sayıda Maocu devrimciyi öldürdü. Dünya Komünist hareketine büyük zarar verdi. Dünya Komünist hareketi ve proletaryası için büyük bir gerilemeydi. Bu, devrimci sürekliliği engelledi ve ciddi hasara neden oldu.

Emperyalist güçlerin bundan memnun olması doğaldı. Onlar için bir sevinç meselesiydi, ancak dünyanın ezilen sınıfları ve topluluklarında büyük acı ve endişe yarattı. Emperyalist güçler komünist hareketi yok etmeye çalışırken yıllardır aktiftiler, ancak sosyalist kamp içindeki sağcı oportünistler bundan daha aktif hale geldi ve dünya sosyalist kampını yok etme konusunda lider oldular. Sonuç olarak, bir düşünce okulu Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun mirasını sürdürmeye devam etti ve diğeri Bernstein, Kautsky, Troçki, Kruşçev ve Deng Xiaoping’in mirasını sürdürdü. Ülkeye ve belirli bir toplumun durumuna bağlı olarak karakterlerinde bazı farklılıklar olsa da, temelde bugünkü ideolojik-politik mücadele bu iki eğilim arasındaki bir mücadeledir. Sanat ve edebiyat alanına yansıyan ideolojik mücadele de bunun bir ürünüdür.

Stalin’in ölümünden Mao’nun ölümüne kadar geçen süre, Batı’daki aydınlar tarafından ‘Uzun Altılar’ olarak adlandırılan yoğun bir ideolojik mücadele dönemiydi. Gerçekten de bu bir kargaşa zamanıydı. Hem olumlu hem de olumsuz deneyimler ve dersler bıraktı. Bundan ders çıkarmak ve ilerlemek gerekiyordu. Çin’deki karşı devrimin çeşitli Komünist partileri ve entelektüelleri hayal kırıklığına uğrattığı doğrudur.

Mao’nun ölümünden sonra dünya siyasetindeki en büyük karışıklık Avrupa’da, özellikle Fransız entelektüellerde hissedildi. Devrimin karakterini, sınıf mücadelesinin ve toplumsal değişimin özelliklerini doğru bir şekilde anlayamayan bir grup aydın, umutsuzluk içinde yaşamı göz önünde bulundurarak sapma yolunu seçti. “Post-izm” kavramı bu umutsuzluğun ve sapmanın ürünüydü. Michelle Foucault, Richard Rorty, Giles Deleuze, Felix Guattari, J. Lyotard ve J. Baudrillard ve Jacques Derrida’nın izlediği yol buydu.

“İst sonrası” trendlerin başlamasının ve genişlemesinin arkasında birçok neden vardı Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle Vietnam Savaşı’ndaki Amerikan yenilgisinden sonra, emperyalist güçler Komünist harekete karşı yeni bir proje inşa etmeye aktif olarak başladılar.

Mao ve Çin Komünist Partisi’nin artan etkisi ve Vietnam Savaşı’nda Amerikan emperyalizminin yenilgisi emperyalist güçleri huzursuz etti. Thatcher-Reagan ittifakı bunun bir ürünüydü ve anti-Marksist bir entelektüel güç inşa etmede aktifti. Daha sonra, bir zamanlar Marksizm ile ilişkilendirilen Stuart Hall gibi İngiliz kültür araştırmacıları bu projenin entelektüel hamalları olarak ortaya çıktılar.

Durumun doğru ideolojik-politik analizinin yapılmaması, emperyalist güçlerin rolünü doğru anlayamama, devrimin niteliğini ve karakterini doğru özümseyememe ve genel başarı ve başarısızlığı tek bir bağlam ve olaydan sonuçlandıramama, “post-izm”in gelişmesi için enerji sağlamıştır. Avrupalı aydınların umutsuzluğunun ve sapmasının ürünü gibi görünen “izm sonrası” eğilim, emperyalist güçler tarafından devlet temelli politika ve planlarla küreselleşme projesine dönüştürüldü. Bu tür bir planlamanın askeri genişlemeden daha tehlikeli olduğu kanıtlandı ve bugün hala yürürlüktedir.

“Büyük anlatının sonu”, “ideolojinin sonu”, “Marksizm’in ölümü”, “tarihin sonu” fikirleri bunun sonucuydu. Batılı entelektüeller arasında bu tür yorumlar için bir tür rekabet vardı. Kruşçev’in emperyalizm yanlısı “barışçıl geçişinin” siyasi rahminden doğan modern revizyonizm, Stalin karşıtı kampanyada durmadı; Lenin’in heykelini ve Berlin duvarını devirdi. Berlin duvarının yıkılmasının ardındaki gerçeği analiz edemeyen bazı aydınlar Marksizm’in dünyada çöküşünü gördüler. Derrida post-yapısalcılık sancağıyla, Lyotard ve Baudrillard post-modernizmle, Edward Said, Gayatri Spivak, Homi Bhabha, Ranajit Guha ve Dipesh Chakrabarty ise “post-sömürgecilik” pankartıyla ortaya çıktı.

Bunun ardından “Post-Marksizm” pankartını taşıyan Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, Stuart Hall, Stuart Sim, Etienne Balibar, Judith Butler ve Jacques Rancière sıraya girdi. “Post-izm” akımı yeni bir “post-emperyalizm” ve “post-Maoizm” boyutuna doğru genişledi. Antonio Negri ve Mitchell Hart’ın ‘İmparatorluk’, Slavoj Zizek’in “Komünist Fikir”, Alain Badiou’nun “Komünist Hipotezi” ve Jodi Dean’in “Komünist Ufuk” adlı eserleri “post-izm”in son ürünleridir.

3

Senaryonun diğer tarafı olumlu ve parlaktır.  Komünist hareketin “Üçüncü Dünya”daki durumu “Birinci Dünya”dakinden farklıdır.  Mao’nun ölümünden sonra devrimci hareketi ileriye taşımak kolay olmasa da, dünya devrimcileri revizyonizme karşı ideolojik mücadeleyi yoğunlaştırdılar ve öne çıktılar.

Bu arada Yoldaş Gonzalo liderliğinde kurulan Peru Komünist Partisi, Mao’nun Maoizm olarak katkılarını sentezledi ve Marksizm-Leninizm-Maoizm’in dünya devriminin yol gösterici ilkesi olduğu ve uzun süreli Halk Savaşı’nın Peru ve dünya devriminin yönü olduğu teorik önermesini ortaya koydu. Yoldaş Gonzalo önderliğinde Peru’da başlayan Halk Savaşı, dünya proletaryasına yeni bir ivme kazandırdı.

Devrimci Enternasyonalist Hareket (DEH), 1984 yılında dünyanın Marksist-Leninist-Maoist devrimcilerini tek bayrak altında birleştirmek amacıyla kuruldu. Bir anlamda yeni bir Enternasyonalin başlangıcıydı ve tarihi bir adımdı.  Marx’tan Mao’ya kadar genel tarihi analiz etti ve Mao’nun dünya Komünist hareketine katkılarını Marksizm’in üçüncü ve daha yüksek aşaması olarak sentezledi.

DEH, Maoizm’i günümüz dünya devriminin yol gösterici ilkesi olarak sentezledi. Bazı aydınlar Marksizm’in geleceği için ağlarken ve “yeni icatları” merak ederken, dünyanın Maoist devrimcileri Marksizm-Leninizm-Maoizm ışığında ilerlemeye odaklandılar. Her türlü oportünizme ve “izm sonrası”na karşı ideolojik ve pratik kampanyayı yoğunlaştırdılar. Şimdi elimizde 21. yüzyılın devrimi için devrimci bir silah olarak Marksizm-Leninizm-Maoizm var.

DEH’in kurulmasından sonra, proleter harekete ivme ve yön vermek için Maoist bir parti inşa etmeye yönelik küresel bir kampanya başlatıldı. Parti kurma ve yeniden örgütlenme sürecinin yanı sıra, bazı ülkelerdeki Maoist partiler uzun süreli bir Halk Savaşı’na hazırlanmaya odaklandılar. Peru ve Nepal’deki Halk Savaşları’ndaki aksaklıklara rağmen, Hindistan, Filipinler ve Türkiye’deki Maoist partiler, kendi ülkelerinin özel durumunda halk savaşını hızlandırıyorlar.  Ayrıca dünyanın diğer bazı ülkelerinde de Marksizm-Leninizm-Maoizm temelinde Maocu partilerin kurulması ve sınıf mücadelesinin hızlandırılması çalışmaları devam etmektedir.

Şu anda, dünyadaki devrimciler emperyalizme karşı olduğu kadar çeşitli ‘post-izm’ ve revizyonizm eğilimlerine karşı da mücadele etmek zorundalar. Emperyalizm bir yandan doğrudan saldırıyor, diğer yandan “kızıl bayrağa karşı kızıl bayrak” kullanıyor. Felsefi, ideolojik ve politik olmak üzere üç cephede de ideolojik savaş devam ediyor. Komünist Parti adına çoğulculuğu ve parlamentarizmi savunan siyasi eğilime karşı mücadele etmek çok karmaşık ve zorlu olmasına rağmen, Maoist devrimciler hem emperyalist hem de revizyonist cephelere karşı sıkı bir mücadele veriyor. Bu, günümüzün devrimcileri için en parlak taraftır.

İdeolojik mücadelenin cephesi başlı başına karmaşıktır, “kızıl bayrağa karşı kızıl bayrak” cephesi daha da karmaşıktır ve ne kadar karmaşık olursa olsun, mücadele etmek esastır ve gereklidir. Aslında Marksizm mücadelenin ortasında gelişti ve bu süreçte kendini bugüne kadar yaşattı.

Mao’nun defalarca vurguladığı şey buydu: “Sınıf mücadelesini asla unutma.”  Marx-Engels, Blanqui, Bakunin ve Lassalle gibi zamanlarının sağcı oportünistlerine karşı savaşarak devrim ideolojisini geliştirdi. Lassalle ile ideolojik mücadele çok karmaşıktı. Ekim Devrimi’nden önce ve sonra, Marksizm’i savunmak ve geliştirmek için Lenin, Bernstein, Kautsky, Menşevikler ve anarşist Troçki’nin sağ eğilimlerine karşı savaşmak zorunda kaldı. Stalin, Troçki ve emperyalist güçler gibi oportünistlerin bölücü eğilimlerine karşı savaşarak Marksizm-Leninizm’i ve dünya sosyalist kampını savundu.

Mao’nun Kruşçev’in modern revizyonizmine karşı mücadelesi sıradan değildi; aynı zamanda emperyalizme ve revizyonizme karşı bir savaştı. Kruşçev’in tarihi dünya komünist hareketine olumsuz bir ders oldu. Mao’nun önderlik ettiği Büyük Çin Proleter Kültür Devrimi, sosyalist inşa kampanyasında Marksist-Leninist aktivizm kisvesi altında kapitalist yolcuların nasıl tüm sosyalist başarıyı yok etmeye çalıştıklarını ve neden sürekli bir devrimin gerekli olduğunu gösterdi.

Bu nedenle, Büyük Proleter Kültür Devrimi sadece Çin’in ihtiyaçlarının bir ürünü değil, aynı zamanda Marksist-Leninistlerin revizyonizme ve emperyalizme karşı yürüttüğü önemli bir ideolojik savaştı. Dünyanın dört bir yanındaki revizyonistlerin ve emperyalist ikiyüzlülerin Büyük Çin Proleter Kültür Devrimi’nde karşı çıktığı şey budur. Mao’nun ölümünden bu yana Çin’de görülenler, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin gerekliliğini ve haklılığını gösteriyor.

Dünyanın devrimci Maoistlerinin ideolojik-politik ve kültürel cephede verdiği savaş esasen devrim ve karşı devrim arasındaki bir savaştır. Maoizm, “post-izm”le ilişkilendirilen çeşitli eğilimlere düşmandır ve aynı zamanda Paris Komünü’nden bugüne sınıf mücadelesinin onurlu soylu tarihini reddetme eğilimine de düşmandır Hem Laclau ve Mouffe tarafından ileri sürülen post-Marksist eğilim, hem de Zizek ve Badiou’nun Marksist-Leninist hareketlerin tarihini reddeden ve “yirminci yüzyıl devrimlerinin tümünün şiddet ve cinayet devrimleri ve başarısız devrimler olduğunu” iddia eden eğilimi, Marksizm karşıtı eğilimlerdir.

Geçmişte ABD DKP lideri Bov Avakian ve Raymond Lotta önemli bir rol oynadılar, ancak günümüzde “post-izm” uygulamasında aktifler. Söylemleriyle kafa karışıklığı yaratmaya çalışsa da Bob Avakian’ın “yeni sentez” yoluyla teoride ve pratikte “Post-Maoizm”i uyguladığı açıktır. Daha sonraki faaliyetleri bunu daha da doğrulamaktadır.

Elbette mevcut dünya durumunu ve devrimin karakterini tartışmak, analiz etmek ve sentezlemek gerekir. Ancak mesele, ‘kurban tarihini’ bir kenara atmak değildir; bu ondan öğrenmek meselesidir. Gerçek şu ki, ileriye yolculuk ancak Marksizm-Leninizm-Maoizm temeli üzerinde durmakla mümkündür. Mao’nun vurguladığı gibi:

Marksizm mutlaka ilerlemeli, pratikle birlikte gelişmeli ve yerinde duramamalıdır. Durgun ve basmakalıp olsaydı cansız olurdu. Ancak Marksizm’in temel ilkeleri asla ihlal edilmemelidir.

Komünist hareket bir nostalji tarihi değil, içi boş bir hipotez değildir; pratikte özveriye ihtiyaç duyan devrimci bir zorunluluk ve özgürlük bilimidir.

Elbette emperyalizmin işleyiş biçiminde bir miktar değişiklik olmuştur, ancak temelde karakterinde hiçbir şey değişmemiştir ve Lenin’in emperyalizm tanımı da bugün bir o kadar önemlidir. Bugünkü küreselleşme dünün emperyalizminden bile daha tehlikelidir. Geleneksel ve yeni-sömürgeci egemenlik yoluyla dünyayı ele geçirmeye çalışıyor. Negri ve Hart tarafından ifade edilen “imparatorluk” kavramının doğrudan “postemperyalist” bir kavram olduğunu ve Amerikan emperyalizminin çıkarına hizmet ettiğini açıkça belirtmeliyiz.

Marksizm-Leninizm-Maoizm’in bir dogma olmadığı ve belirli bir ülkenin özel durumuna uygulanacağı doğrudur. Ancak tüm dünya birinci dünya koşulları temelinde değerlendirilemez. Ancak sınıf ve sınıf mücadelesi devrimin temel yönleridir. Başka yolu yok, bu evrensel gerçek. Post-Marksistler sınıf dışında bir mücadele öngörüyor ve Post-Maoistler boşlukta bir devrimden bahsediyorlar.

Komünist hareket sadece bir hipotez projesi değil, devrimci bir uygulamadır. Sınıfsız, partisiz ve mücadelesiz siyaset olmaz. Badiou’nun savunduğu gibi Parti örgütlenmesi olmadan nasıl devrimci bir dönüşüm beklenebilir! Dünyada hiçbir gerici sınıf ezilen sınıfın gücünü ve otoritesini bırakmamıştır ve gelecekte de bırakmayacaktır. Bu sadece karşıt sınıflar meselesi değil, aynı zamanda benzer sınıflar arasında da bir güç mücadelesi meselesidir ve kanlı olaylar yaşanmıştır. Dünyaya “demokrasi” ve “özgürlük” götürmekle övünen son ABD başkanlık seçimleri ve seçim sonrası senaryo birçok şeyi ortaya çıkardı. Tarihteki tüm büyük değişimler kanlı mücadelenin ürünüdür. Kanlı bir mücadelede ilk hamle yapan gerici sınıftır ve ezilen sınıf direnişte silaha sarılmalıdır. Bu tarihsel bir gerçektir. Bunun ötesindeki hipotez esasen emperyalizme ve onun yerli kukla güçlerine teslim olma durumudur.

Marx’tan Mao’ya kadar geliştirilen devrimci teoriyi ve tüm komünist hareketin tarihini reddetmek ve bir “yeni buluş”tan bahsetmek serseri bir düşüncedir. Özünde, sadece gerici güçlere bir hizmettir. Sınıf, parti ve sınıf savaşı teorisini terk ettikten sonra kazanılacak bir şey yoktur. Devrimin tüm silahlarını çöpe atarak devrimden bahsetmenin bir anlamı yoktur. Aslında “Marksizm sonrası” kavramı felsefi düzeyde metafizik ve idealist, ideolojik düzeyde emperyalist yanlısı ve siyasi düzeyde statükocudur.

Şimdi, Avrupa-Amerikan “neo-Marksizm” eğilimi “post-Marksizm” ile birleşti ve Maoist devrimcilerin temel ideolojik mücadelesi Troçkistler ve “post-Marksistler” ile. Ancak Nepal de dahil olmak üzere “Üçüncü Dünya”daki durum biraz farklı. Buradaki Troçkistler önemsiz, örgütlü değil ve açıkça ortaya çıkacak durumda değiller. Nepal’in devrimcileri Stalin ve Mao’ya büyük saygı duyuyorlar. Aslında sadece Nepal’in revizyonistleri değil, ‘Üçüncü Dünya’nın revizyonistleri de Stalin ve Mao’ya karşı ‘Birinci Dünya’ revizyonistleri ve Troçkistler gibi küçümseyici bir tutum sergilemiyor. Troçkistler kendilerini büyük devrimciler olarak görüyorlar.

Ancak Lenin, Stalin ve Mao’nun devrimci tarihini inkar ederek kendini devrimci olarak adlandırmanın bir anlamı yoktur. Troçkistler de devrimci değildir; bu sadece ikiyüzlü bir eğilim. Elbette Stalin’in bir miktar metafizik sorunu vardı, ancak katkıları eksikliklerinden daha tarihseldir ve gerçek bir Marksist-Leninist’tir. Stalin ve Mao’nun katil olmadığını açıkça belirtmeliyiz; Marx ve Lenin’in gerçek halefleridirler ve dünya devriminin liderleridirler. Kendilerine Marksist diyenler ve Stalin, Mao ve Maoist hareketlere karşı çıkanlar Marksist olamazlar, Marksist olarak adlandırılamazlar. Bu konuda açık olmalıyız ve sağlam durmalıyız. Nepal’deki Marksistlerin ideolojik mücadelesi temelde çoğulculuğun ve parlamentarizmin savunucuları olan siyasi revizyonizmledir.

Bugünün ihtiyacı Marksizm adına yayılan her türlü vesveseye karşı mücadele etmektir. Bugünün temel sorunu, Maoizm’in yanında sağlam durarak bir kamuoyu oluşturmak mı, yoksa Marksizm’deki kusurları görüp bularak “post-ist” tünelini seçmek mi? Bu sorunun cevabı ancak özeleştirisel mücadele ve ideolojik mücadele yolunu izleyerek bulunabilir. Yalnızca Marksizm-Leninizm-Maoizm temelinde, devrimci partinin önderliğinde verilen mücadele doğru yönü ve ivmeyi verir. Yalnızca bu 21. yüzyıl bilimsel sosyalizminin yönünü gerçekten yansıtır ve temsil eder. Maoizm’in gelişimiyle birlikte, revizyonizmin de yeni bir karakterle ortaya çıkması doğaldır.

Şu anda sadece Marksizm-Leninizm adına değil, Maoizm adına da kafa karışıklığı yaratılıyor. Maoizm bir logo veya ticari marka değildir; devrimci bir yaşam biçimi ve eylem rehberidir. İdeolojik olarak yozlaşmış bireyler ve partiler nasıl Marksistler, Komünistler, Sosyalistler vs. olarak kendilerini kandırıyorsa, Maoist değerlerden sapmış olanlar da Maoizm adına kendilerini kandırıyorlar. Şimdi revizyonizm sadece Marksizm-Leninizm biçiminde değil, Maoizm adına da vardır. Bu konuda farkındalık gereklidir. Uyanıklığımızı arttırmalıyız.

Sözde Marksist ‘Birinci Dünya’ bilginlerinin çoğu Birinci Dünya’daki duruma bakmakta ve Marksizm ile dünya Komünist hareketini değerlendirmektedir. Aslında ‘Birinci Dünya’daki durumu bile doğru dürüst inceleyemediler ve analiz edemediler, görüşleri yüzeyseldir. Gerçek bundan çok daha farklıdır. Gerçi ’Üçüncü Dünya’ kültürel emperyalizmin ve küreselleşmenin kurbanı olmuştur ama Üçüncü Dünya Marksist aydınları devrimci hareket ve ideolojik mücadele açısından çok ileridedir.

Terry Eagleton’ı Marksist olarak kabul edecek durumda değiliz, o bir Troçkist. “Marx Neden Haklıydı” adlı kitabı Marksizm adına Marksizm’e karşı kafa karışıklığı yaratan bir kitaptır. Eagleton’ın Marksizm ile bağlarını koparma yolculuğu “Akıl, İnanç ve Devrim: Tanrı’ya Yansımalar” tartışmasında sona erdi. “Akıl, İnanç ve Devrim: Tanrı’ya Yansımalar” tartışması yoluyla Marksizm’den açıkça ayrıldı. Frederick Jameson, Lehçenin Değerleri aracılığıyla post-modern alana (post-modern Marksist?) adım attı.

Bir Marksist olduğunu iddia eder, ancak post Marksist’tir, Marksist değildir. Modaya uygun şekilde bir Marksist olarak adlandırılan Zizek, “Giriş: Kötülüğün Marksist Lordu Mao Tse-tung” ile aşağılık ve ikiyüzlü eğilimlerini göstermiş ve Badiou’nun nostaljisi onu yoldan çıkarmış ve “yeni icatlar” için Lacan ve Nietzsche’ye yakınlaştırmıştır. Onları tanımak için, yazılarını incelemek gerekir, ancak onları takip etmek değil, tarihte hatırlamak uygundur.

Devrimci felsefeye, fikirlere, siyasete ve pratiğe ilgili olanlar ve inananların, Marx-Engels, Lenin, Stalin, Mao ve dünyanın dört bir yanındaki Maoist devrimcilerin eserlerini incelemeleri, eğitim görmeleri ve ideolojik mücadeleye girmeleri gerekir. Ancak endişe edilecek konu, lider ve kadroların inceleme ve analize olan ilgilerinin azalmakta olduğu görülüyor, bu iyiye işaret değil. Dünya Komünist hareketine dayanan çeşitli materyaller vardır. Her türlü malzemeyi incelemeli ve faydalı bulduğumuz şeyi almalıyız. Çalışmamızın temel amacı toplumun dönüşümüne odaklanmalıdır. Vurgumuz “filozoflar dünyayı çeşitli şekillerde yorumladılar, mesele onu değiştirmek” ve bu tür çalışma materyallerine odaklanmak olmalıdır.

Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao ile ilgili temel materyallere ek olarak, incelediğimiz ve takip ettiğimiz ders kitapları şunlardır: Çin Komünist Partisi’nin Temel Anlayışı, Marksizm Leninizm, Maoizm Temel Dersi (gözden geçirilmiş versiyon) ve Marksizm-Leninizm-Maoizm Çalışma Notları. Marksizm-Leninizm-Maoizm Temel Dersi ve Marksizm-Leninizm-Maoizm Çalışma Notları, Hintli Maoist Yoldaşlar tarafından hazırlanmıştır ve Marksizm-Leninizm-Maoizm ve dünya Komünist hareketinin incelenmesi için önemli materyallerdir. Aslında, bunlar çalışmamız ve uygulamamız gereken temel derstir.

‘Üçüncü Dünya’da Nepal ve Hindistan’ın aydınları Marksizm-Leninizm-Maoizm lehine şiddetli bir ideolojik mücadele yürütmüş ve birçok önemli kitap yayınlamışlardır, ancak yerel dilde oldukları için, başta İngiliz Dünyası olmak üzere diğer dünyada da erişimine açılamamıştır.

Birinci Dünya’nın Maoist partileri de faaliyetlerini yürütmüş, aydınlar da ideolojik mücadeleler sürdürmüş, ancak boyutu geniş olmamıştır. Şimdi, J. Moufawad-Paul tarafından yazılan Maoist Sahada Komünist Gereklilik, Süreklilik ve Coşku Felsefesi ve Maoist Bölgenin Eleştirisi adlı üç kitabımız var. Tartışılması gereken bazı konular olsa da (son bölümde değinmiştim) ama bu kitaplar mevcut komünist hareket ve ideolojik mücadele açısından çok önemli.

4

Sonuç olarak, Maoizm devrimciler ve revizyonistler arasında bir çizgi çizerek kimin gerçek bir devrimci olup kimin olmadığını açıklığa kavuşturdu. Maoizm artık Çin Marksizm’i ile sınırlı değildir ve Üçüncü Dünya Devrimi teorisi evrenseldir.

Mark Seldon’dan alıntı yapmak istiyorum:

Çin devrimi, yalnızca sömürgeci zalimleri kovacak olanlara ilham kaynağı değildir. Mesajı, yoksulluğun, ekonomik durgunluğun ve sanayileşmiş metropol güçlerin egemenliğinin üstesinden gelmek için çabalayan yeni uluslarla da sınırlı değildir. Boğucu baskıdan, keyfi devlet gücünden ve köleleştirici teknolojiden arınmış bir toplum yaratmaya çalışan her yerdeki kadın ve erkeklere hitap ediyor.

Mao’nun ölümünden sonra, Çinli kapitalist-yolcular karşı devrim yoluna girdi, ancak Mao’nun dünya Komünist hareketine katkıları da bugün bir o kadar alakalı ve doğru. Bu anlamda Seldon’un 50 yıl önce Devrimci Çin’deki Yenan Yolu konusunda dile getirdiği görüşler ayrı bir öneme sahiptir.

Mesele şu ki, Maoizm’in izlediği yol sadece Çin bağlamı ve “Üçüncü Dünya” meselesi değildir. Sınıflı bir toplumda Marksizm-Leninizm-Maoizm her zaman her yerde geçerlidir ve belirli bir ülkenin özgüllüğüne uygulanmalıdır. Maoizm günümüz dünya devriminin yol gösterici ilkesidir, uluslararası ve evrenseldir. Aynı şey sanat, edebiyat ve estetik için de geçerlidir. Tek sorun onu özümseyip özümsememektir.

Kendilerine Marksist diyenlerin bu gerçeği özümsemesi gerekiyor.  Marksist olmak Maocu olmak demektir. Bu nedenle, Marksizm-Leninizm-Maoizm ve devrimci faaliyetlerinden kimin yana olup kimin yana olmadığı sorusu, kendisine Marksist diyenlerden daha önemlidir. ‘Zaman değişti’ adına anlamsız argümanlar devrimden kaçmak için sadece bir bahanedir. Marksist olup olmadığı ancak kimin hangi cephede durduğu ve kimin hangi silahla savaştığı gerçeğiyle belirlenebilir.

Kitabım bu değere dayanıyor. Bu kitap 9 bölüme ayrılmıştır. Sadece Marksizm sonrası yanılsamayı eleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda 21. yüzyıl Komünist devrimi için Maoizm’in gerekliliğini ve gerekçesini vurguluyor.

2 Nisan 2022

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu