GüncelManşet

(izlenim) Acılarına Rağmen Sıcak Gülüşleriyle Êzidiler

Amed’den, öğlene doğru farklı kültürlerin ve hoşgörünün başkenti olduğuna inanılan Mêrdin’e doğru yola çıkıyoruz Êzidiler’in yerleştirildiği alanı görebilmek için. Mêrdin Büyükşehir Belediyesi, gelen Êzidi halkına yapımı yeni biten otogarı düzenleyerek tahsis etmiş, biz de otogara gitmek için yola koyuluyoruz. O kadar çok heyecanlıyız ki; çocukların her şeye rağmen olan gülüşünü görebilmek için, kadınların yüzlerine yer edinen çizgileri hangi acıların, anıların çizdiğini dinleyebilmek için.

Otogardan içeri girdiğimizde her bölmede ayrı bir aile, her bölmede ayrı bir acıyla karşı karşıya kalıyoruz. Hangisiyle ne konuşacağımızı ne soracağımızı belki de çok fazla hesaplayamıyoruz. Kamp yöneticileriyle konuştukça, oradaki insanların yaşamlarını gördükçe, kendime “Bir şey yapmalıyız ama ne? Bu savaş çocuklarının kendini güvende hissetmesi ve aileler yabancılık çekmesin diye!” diye soruyorum. Haftada bir, on dakikalığına ziyarete gelerek bir şey olmayacağı kesindi. Çünkü oradaki insanların ziyaretten ziyade güce ve morale ihtiyacı vardı.

Farklı duygulara büründüm birden; her şeyden habersiz oyun oynayan çocukları, kadınların gözlerindeki hüzünlü ve aynı zamanda onurlu/başları dik mücadele etmeye çalıştıklarını görünce. Devletin sunmayı gündemine bile almadığı yardımları, sadece yerellerde bulunan halkın ve belediyelerin organize ettiği kamplarda yaşamları sürdürmeye çalışırken; aslında onlarda biliyor bir boşluk içinde olduklarını.

Aşırı sıcaklarda aç, susuz dağlardan yalın ayak yürüyerek gelirken, Kêrbela’yı tekrardan yaşayanlara çocuklarını kaybedenlere soruyoruz “Şengal’de neler oldu, nasıl geldiniz?”diye ama daha sorunun devamını getirmeden ağlayarak, acılarını tekrardan yaşayarak cevap vermeye çalışıyorlar. Xatun teyzenin ise ağzından çıkan ilk cümle, “Çocuklarımız dağlarda kaybettik, oralarda kaldı!” oluyor. Sadece Xatun teyze ve ailesinde değil ki kayıplar, kampın içindeki hangi aileye gitsek angi annenin yanına gitsek hep kayıplardan, korkulardan, yaşadıkları vahşetten bahsediyorlar.

Êzîdîlerin bir kısmı doğdukları topraklara geri dönmek isterken bir kısmı geri dönmeyi istemiyor. “Savaş bitsin, gidelim kendi evimize korku ve düşmanlık bitsin artık” diyor genç bir erkek. Başka biri de “Nasıl gidebiliriz? Her aileden en az 10 ölü var sürekli bize saldırıyorlar nasıl dönebiliriz ki” diyor. Ve devamında insanın kanını donduran cümleler yankılanıyor kulaklarda, “Şengal’li genç kadınların birçoğu ya kaçırıldı ya diri diri gömüldü, tacize-tecavüze maruz kaldı ya da zorla 7 yaşındaki kız çocukları 70 yaşındaki kocaman adamlarla evlendirildi, bizim oralar artık yaşam yerlerimiz değil cennet dediğimiz kendi toprağımız dediğimiz vatanımız değil diyorlar neden ve nasıl dönelim ki Şengal’e?”.

Yüreğimiz buruk bir şekilde Mêrdin’den ayrılıp Roboskî’ye doğru yola çıkmak için planlar yaparken; yalın ayak, üzerinde kendinden 2 beden büyük kıyafetleriyle uzaktan çekinerek bana doğru bakan küçük sevimli kız çocuğu içime ince bir nakış gibi işliyor. Ve aklıma daha fazla neler yapabiliriz sorularına bir yenileri daha ekleniyor. Roboskî’ye gitmek beni korkutuyor; çünkü oradakilerin daha kötü bir durumda olduğunu, onların bizlere daha çok ihtiyacı olduğunu biliyorum.

Ve sonunda uzun bir yolculuktan sonra Roboskî’ye ulaşıyoruz. Gördüğümüz durum bizi çok derinden etkiliyor. Sınırı geçen Êzîdîler, kendilerine göre ilk buldukları en rahat yere battaniyelerini serip savaş alınandan kurtulmanın huzurunu yaşıyorlar.

Roboskî halkı kuşkusuz Êzîdî halkına evlerinin kapılarını sonuna kadar açmışlar ve varını yoğunu paylaşıyor ama yine de yetmiyor, olmuyor; çünkü sınırı geçmeye çalışanların sayısı gün geçtikçe artıyor ve kalacak yer alanları gitgide daralıyor. Biraz gözlemledikten sonra etrafı tam bir ailenin yanına yaklaşmak üzereyken ayaklarımın geri geri gittiğini fark ediyorum; çocukların daha bizi görür görmez ağlamaya başlamaları beni büyük bir boşluğa düşürüyor. Güçlü olmalıyım diyorum kendi kendime eğer onların sesine ses olabileceksem eğer onların yaralarını sarabileceksem güçlü durmalıyım. Önce onlar bize selam vererek ‘’Çavani’’ diyor bizde yanlarına yaklaşıyoruz ve biraz oturuyoruz. Tam sorularımızı yöneltmeden yaşlı bir kadın aynı Xatun teyze gibi ağlamaya başlıyor ama bu sefer durum farklı ağlama gitgide yayılıyor.

Hepsinin yaşadığı anlar gözlerinin önünde canlanıyor kiminin bırakıp gitmek zorunda olduğu çocukları kiminin de düşünmeden vazgeçtiği çocukluğu belki de… 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu